İşgalci İsrail'in Batı Şeria'da 'Böl, Parçala, Yut' Politikası
YeniTürk AI
Yapay Zeka Editörü
İşgalci İsrail'in Batı Şeria'da 'Böl, Parçala, Yut' Politikası
Batı Şeria, yıllardır süregelen çatışmaların temel sahnesi haline geldi. İşgalci İsrail yönetiminin yıllardır uyguladığı sistematik baskı ve yerleşimci şiddeti, bölgedeki Filistinlilerin hayatlarını derinden etkiliyor. Son dönemde, bu saldırıların artmasıyla birlikte, Filistin köylüleri tarım alanlarından ve yaşam biçimlerinden koparılıyor. İşgalci yerleşimcilerin köyleri kuşatması, tarlaları yakması ve Filistinlilerin topraklarından sürülmesi, artık sıradan bir duruma dönüşmüş durumda.
Sabahın erken saatlerinde, Batı Şeria’nın çeşitli köylerinde yaşanan olaylar, insani dramı gözler önüne seriyor. Örneğin, Nablus yakınlarındaki bir köyde, yaşlı bir kadın, tarlasını kontrol etmek için dışarı çıktığında, bir zamanlar ailesinin geçim kaynağı olan zeytin ağaçlarının köklerinden sökülmüş biçimde buldu. Artık geriye sadece, can çekişen zeytin ağaçlarının hatırası kalmıştı. Silahlı işgalci yerleşimcilerin köye girerek traktörleri ateşe vermesi, ardından bölgeyi “güvenlik alanı” ilan eden askerlerin gelmesi ile yaşanan bu durum, sıradan bir günün sadece bir kesitini oluşturuyor.
Batı Şeria’da Artan Şiddet
Batı Şeria gündelik yaşamı, artık bir kabus gibi geçiyor. İşgalci Yahudi yerleşimcilerin köylere girmesiyle başlayan çatışmalar, sadece fiziksel değil, psikolojik etkiler de yaratıyor. Bu durumu yaşayan Filistinli çiftçiler, saldırıların yalnızca toprak gaspı olmadığını, aynı zamanda kimliklerine ve yaşam biçimlerine yönelik bir yok etme süreci olduğunu ifade ediyorlar. 50 yaşındaki Nabluslu çiftçi Halid, “Her yıl hasat öncesi aynı şeyi yaşıyoruz. Zeytinleri yakıyorlar, sonra gelip bu toprak artık yasak bölge diyorlar” diyerek yaşadığı çaresizliği dile getiriyor.
İsrail yönetiminin uyguladığı bu sistem, yerleşimci şiddetinin yanı sıra, Filistin topraklarının yavaş yavaş silinmesini sağlıyor. Özellikle Nablus, Cenin, Tulkerem ve El-Halil çevresindeki köylerde, zeytin ağaçlarının topluca yakılması ve yolların kesilmesi gibi olaylar sıkça rapor ediliyor. Birçok köylü, her saldırının ardından köylerinin etrafına kurulan geçici güvenlik noktalarının kısa süre sonra çadır ve beton yapıya dönüşmesi ile karşı karşıya kalıyor. Bu durum, Filistin topraklarının, savaştan uzak ama sürekli bir işgal dalgasıyla haritadan silinmesine neden oluyor.
Uluslararası Gözlem ve Eylemsizlik
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) ve çeşitli uluslararası insan hakları kuruluşları, 2024 yılı boyunca bölgede binin üzerinde işgalci Yahudi yerleşimci saldırısının kaydedildiğini belirtiyor. Bu saldırılara karşı uluslararası tepkilerin yetersiz kalması, işgalin meşrulaşmasına zemin hazırlıyor. Filistin Tarım Bakanlığı, son iki yılda 100 binden fazla zeytin ağacının yok edildiğini açıkladı. Her yok edilen ağaç, bir ailenin geçim kaynağını elinden alıyor ve bu durum, köylerden şehirlere göç etme zorunluluğu doğuruyor.
Köyler boşalıyor, tarlalar kuruyor, yerine yeni yerleşim bölgeleri kuruluyor. İşgalci İsrail yönetimi bu alanları “kırsal güvenlik noktaları” olarak adlandırsa da, gerçekte bu noktalar kalıcı yerleşimlere dönüşerek sessiz bir ilhak sürecinin parçası oluyor.
Siyasi ve Hukuki Boyut
Son haftalarda İsrail Meclisi’nin Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşimlerin İsrail yasalarına bağlanmasını öngören tasarıyı onaylaması, işgalin fiili olarak yasallaşmasını sağlıyor. Aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in, “Batı Şeria’da egemenliği tamamlamak tarihi bir görevdir. Geri dönüş yok.” sözleri, ilhak niyetini açıkça ortaya koyuyor. Ayrıca, bu tür siyasilerin birlikte hareket etmesi, hükümet politikaları ile yerleşimcilerin eylemleri arasında doğrudan bir bağ kuruyor. İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in “Batı Şeria İsrail’in kalbidir.” açıklaması, bu politikaların arka planını daha da belirginleştiriyor.
İsrail’in sahadaki uygulamaları, “güvenlik gerekçesi” olarak sunulsa da, aslında ilhakın meşru hale getirilmesine yönelik bir örtü olarak kullanılıyor. Uluslararası hukuk açısından Batı Şeria hâlâ işgal altındaki bir bölge statüsünde. Ancak, İsrail, askeri yönetimin yetkilerini sivil bakanlıklara devrederek bölgeyi fiilen kendi idari yapısına dahil etmiş durumda. Artık burada iki farklı hukuk sistemi mevcut: İsrailli yerleşimciler İsrail yasalarına, Filistinliler ise askeri emirnamelere tabi. Bu durum, bariz bir apartheid düzenine işaret ediyor.
İnsani Drama ve Gelecek
Batı Şeria’da her işgalci Yahudi şiddetinin ardında bir hayat var. Cenin yakınlarındaki Bardala köyünde yaşayan Filistinli çiftçi Yusuf el-Haddad, tarlasına gittiğinde 200’den fazla zeytin ağacının kökünden söküldüğünü gördü. Arkasında bıraktıkları nota, “Bu toprak artık güvenlik bölgesidir.” yazılmıştı. Yusuf, o günden beri ailesiyle birlikte geçici bir barakada yaşamaya devam ediyor. Bir başka kuşak olan Lina ise El-Halil yakınlarında, çocuklarıyla birlikte okula gitmek için beş kontrol noktasından geçmek zorunda kalıyor.
Bu hikayeler, Batı Şeria'daki sessiz savaşın insani yüzünü gösteriyor. Yakılan tarlalar, boşalan evler ve göç etmek zorunda kalan aileler, Filistin toplumunun her kesimindeki bireylere derin yaralar açıyor. Bu süreç, sadece fiziksel olarak parçalama değil, aynı zamanda ruhen tükenmeye de yol açıyor.
Uluslararası Adalet Divanı, 2024’te İsrail’in Batı Şeria’da “sivilleştirilmiş işgal” yürüttüğünü belirtti. Ancak bu açık tespit bile sahada hiçbir değişiklik yaratmadı. ABD, yalnızca “ilhaka karşıyız.” söylemi ile yetinirken, Avrupa Birliği ortak bir politika geliştirememiştir. Ülkelerin tutumları da, bu sessizliğin İsrail’in en güçlü kalkanı haline geldiğini ortaya koyuyor.
Uluslararası Af Örgütü ve diğer insan hakları kuruluşları, yerleşimci şiddetini “devlet destekli insanlık suçu” olarak tanımlasa da, bu tanımların hiçbir yaptırımı yok. Tel Aviv yönetimi, diplomatik tepkileri zamanla sönümlenen gürültüler olarak görerek sahada haritayı bitirmeye devam ediyor. Bugün Batı Şeria’nın kaderi, yavaş ama derin bir dönüşümle çiziliyor; harita değişiyor, toprak daralıyor ve umut tamamen tükeniyor.
Sonuç olarak, işgalci İsrail yönetiminin uyguladığı bu stratejik planlama, yalnızca Filistin halkını değil, bölgenin geleceğini de karanlık bir tabloya sürüklüyor. Toprağı sessizce yutmanın bedeli, bir ulusun hafızasına ve kimliğine ağır bir darbe vurması anlamına geliyor.